Âşık Remzâni

 

 

 

ALEVİ KİMLİĞİ, MÜZİĞİ VE ZAKİRLİK

 

Namık Kemal DOĞANAY 

 

 

Dr. Ulaş Özdemir, Alevi inancının ve kültürünün içinden gelen bir icracı, besteci ve etnomüzikolog. Aynı zamanda akademisyen olan Özdemir, geleneğin içinden gelen icracı birisi olarak Alevi müziğine sağlam bir bakış açısı getirmektedir. Özdemir’le, Ekim 2016’da yayınlanan son kitabı “Kimlik, Ritüel, Müzik İcrası: İstanbul Cemevlerinde Zakirlik Hizmeti” ve Mart 2017’de çıkan son albümü “Traces of Âşık/Aşığın İzleri” üzerine söyleştik.

 

Söyleşiye geçmeden önce, Dr. Ulaş Özdemir hakkında kısa bir bilgi vermek isterim.

 

Ulaş Özdemir, 1976 yılında Maraş’ta doğdu. Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat Tasarım Fakültesi’nde müzikoloji ve etnomüzikoloji eğitimi aldı. Aynı okulda yüksek lisans ve doktorasını tamamladı. 2008 yılında hazırladığı ilk araştırma kitabı “Şu Diyar-ı Gurbet Elde: Âşık Mücrimi’nin Yaşamı ve Şiirleri” yayınlandı. Akademik çalışmalarının yanı sıra müzisyen olarak solo ve grup albümleri yayınlanan Özdemir, Türkiye ve yurt dışında çok sayıda konser ve festivallerde yer aldı. Solo albümlerinin yanı sıra film, dizi, belgesel müziği çalışmaları da yapan Özdemir, ritüel, kimlik, müzik icrası ve zakirlik müzik konularındaki akademik çalışmalarını Ekim 2016’da “Kimlik, Ritüel, Müzik İcrası/İstanbul Cemevlerinde Zakirlik Hizmeti” adıyla kitaplaştırdı. Akademik çalışmalarının yanı sıra müzisyen olarak da çalışmalarını sürdüren Özdemir’in yeni solo albümü “Traces of Âşık/Aşığın İzleri” yurtdışında ve Türkiye’de yayınlanmıştır.

 

Özellikle 1990’lı yıllardan itibaren Alevi inancı, semahlar ve deyişler üzerine çok sayıda çalışma yapılmış iken, Alevi kimliği, müziği ve zakirlik ile ilgili az sayıda çalışma bulunmaktadır. Sizin yaptığınız Alevi kimliği ve kimliğin müzikle ilişkisini irdeleyen çalışmanız önemli bir açığı gidermiştir. Bu konuda ne söylemek istersiniz?

 

U.Ö: Maraş’ta doğup büyüyen ve neredeyse tüm hayatı Alevilerin müzik icra ettiği ortamlarda geçmiş bir müzisyen ve araştırmacı olarak Alevi kimliği ve müzik icrası meselesi yıllardır ilgilendiğim bir konu. Bu konuyu ‘içeriden’ birisi olarak tartışmanın bazı handikapları var, o yüzden mümkün olduğunca ‘mesafe’yi korumanız gerekiyor. Yani bilgiye ulaşırken ‘içeriden’ olmak, ama onu yorumlarken ‘dışarıdan’ bakmak ve yeri geldiğinde eleştirel olmak… Bunlar bilimsel araştırmanın gerekleri. Bunu yapmak için tüm araştırmam boyunca oldukça hassas davrandığımı söyleyebilirim. Zakirlik özelinde cemevlerinde ve zakirlerin günlük yaşamında müzik ve kimlik konusunu araştırmak demek, benim için yıllardır içinde bulunduğum ama asla dışarıdan bakamadığım bir meseleyi, tamamen bilimsel yöntemlerle araştırmak demekti. Kitabım da bu konuda yazdığım ve 2015 yılında tamamladığım doktora tezimin gözden geçirilip yayınlanmış halidir.

 

Son yıllarda Alevi kimliği denilince geleneksel Alevilik yani Aleviliğin inanç merkezi olduğu, ocaklar, musahiplik, cem, dede-talip ilişkisi, Buyruk, Velayetname, âşıkların deyişleri gibi kurum ve uygulamaların olduğu, referans alındığı bir Alevilik değil de; daha çok dernekler ve cemevlerinin olduğu, cemevi ve cemaat üzerinde şekillenen, bireysel merkezli modern Alevilik veya Alevicilik anlaşılmaktadır. Gerçekten de Alevi kimliği oluşurken Alevilik değil de Alevicilik mi oluşmaktadır?

 

U.Ö: Bugün ‘Alevi hareketi’ dediğimiz, özellikle 1990’lardan itibaren artarak gelişen Alevi kurumlarının Aleviliği ifade ediş, yaşatış ve bu konuda hukuksal arayışları, günümüzde tartışılan Alevilik meselesinde önemli etkenleri ortaya çıkarmıştır. Ancak bu mesele o kadar karmaşık ve içiçe geçmiş faktörlere sahiptir ki, bahsettiğiniz tüm konular, tam da ‘Alevi’, ‘Alevilik’ ve ‘Alevicilik’ kavramlarının tartışıldığı meseleler olarak capcanlı yaşamaktadır. Özellikle Alevi hareketinin 2000’li yıllarda tüm dünyada cemevi merkezli bir inanç hareketine dönüşümü, bahsettiğiniz kavramların tamamını yeniden gündeme getirmiştir. Günümüz Alevi kimliğinde, geçmişten günümüze Aleviliğe dair tüm kavram ve kutsallar yeniden inşa edilerek hayat bulmaktadır. Bu açıdan ‘Alevici’ bir söylem de ortaya çıkmaktadır. Ancak buradaki en hassas konu, bunun bir ‘özcü’lüğe dönüşmesi tehlikesidir. Böyle olursa Aleviler de bunun içinden asla çıkamaz.  

 

Özcülüğe dönüşme yani “Alevicilik”, Alevi inancının ve Alevi toplumunun önündeki tehlikelerden biri mi?

 

U.Ö: Alevicilik özcülüktür demiyorum. Ama bunun özcülüğe dönüşme tehlikesinin altını çizmek istiyorum. Özcülükten kastım, bir nevi şovenizmdir. Bunu kast etmeye çalışıyorum. O yüzden ‘gerçek Alevilik budur’ dendiği andan itibaren ‘özcü’ bir söylem karşımıza çıkabiliyor. Yani Alevici kimlik mücadelesinin buna dönüşmesi, hem Alevi toplulukların yüzyıllar boyu etkileşimde olduğu diğer topluluklar ilişkileri görmemizi engelliyor hem de bugün Alevi meselesini sadece Alevilerin bir meselesi olarak dar bir alana hapsediyor. Oysa bu konu, kanımca bu perspektifle anlaşılabilecek bir mesele değildir, en azından böyle olmadığına dair sayısız veri gösterebiliriz demek istiyorum. Şoven ya da ırkçı bir Alevilik herhalde bugün görmek isteyeceğimiz en son şey olurdu. Ama maalesef böyle bir söyleme doğru kayıyor genel olarak Alevi hareketi.

 

Homojen bir Alevi kimliği var mı? Böyle bir kimliğin oluşumu Alevi inancına uygun mu?

 

U.Ö: Alevilik yüzyıllar boyunca heterojen olarak farklı topluluklar arasında, kimi zaman farklı isimlerle de anılarak bugünlere gelmiştir. Bu açıdan Aleviliği ne kadar ‘homojen’leştirirsek homojenleştirelim, her seferinde bir farklılık karşımıza çıkacaktır. Alevilik meselesini tek bir gözlükle ve az önce bahsettiğimiz gibi ‘özcü’ bir yaklaşımla ele almak, Balkanlar’dan İran’ın içlerine kadar uzanan geniş bir coğrafyada yaşayan sayısız topluluğun kültürel, sosyal ve inançsal zenginliklerini bir kalemde silmek anlamına gelir ki bu çok tehlikeli bir şey. Bu açıdan kimlik meselesi de her topluluğun kendi coğrafyasında kendi dinamikleriyle ilişkili gelişen bir süreçtir. Diğer yandan inancın temellerine, yani ‘yol’a dair bir şeyler konuşacaksak, bunun homojenliği meselesi ise ayrı bir konu. Ama ‘yol bir sürek bin bir’ diyeceksek ve buradan ‘yola uygun bir kimlik var mıdır?’ dediğimizde, bir sosyal bilimci için cevaptan çok sorular ortaya çıkar. Kimlik dediğimiz kavram, pek çok faktörden beslenen bir konu olduğundan bunu homojen bir Aleviliğe bağlayabileceğimizi sanmıyorum.

 

Günümüzde Alevilik “kimlik” mi yoksa “inanç” mı? Bu konuda bize ne söylersiniz?

 

U.Ö: Alevilik, içinde hem inancı hem de kimliği barındıran bir kavram. Dolayısıyla Alevi olana dair tüm faktörler Alevilik kelimesinin içinde yer alıyor. Tabii bunun, yaşanılan dönemin ideolojik, siyasi, sosyal, kültürel ve dini süreçlerine göre farklı içerikle kabul görmesi veya üretilmesi de söz konusu. Dolayısıyla bir sosyal bilimci olarak benim ‘Alevilik şudur’ deme şansım yok. Sadece yaptığım çalışmalarda, bunun ‘nasıl’ değiştiğini, dönüştüğünü, kimlik veya inanç söylemine nasıl girdiğini vb. süreçleri müzik üzerinden anlamaya, araştırmaya çalışıyorum. Günümüz için, kimlik ve inanç kavramlarının birbiriyle içiçe geçmiş bir Alevilik anlayışını veya inşa sürecini gösterdiğini söyleyebiliriz kısaca.

 

Alevi kimliğinin oluşmasında Alevi müziğinin ve dedelerin, âşıklarının katkısı önemli rol oynamaktadır. Bu inanç içinde yetişen ve aynı zamanda icracılığını yaptığınız Alevi müziğinin özellikleri nelerdir? Diğer müziklerden ayıran özellikleri nelerdir?

 

U.Ö: Alevi müziğinin en temel özelliği, söz temelli olmasıdır. Yani mahlası belli olan âşıkların sözleri üzerine kuruludur. Dolayısıyla sözün aktarımı önceliklidir. Bağlama ise Alevi topluluklarında kutsal olarak kabul edilen bir çalgı olarak, hem sembolik özellikleri hem de özellikle bağlama düzeninin yaygınlığıyla başlı başına bir kültürel fenomen olmuştur. Bu müziğin icracısı dede, âşık ve zakirler, yüzyıllar boyunca farklı yöreler arasında mekik dokuyarak, hem kutsal kabul edilen âşık sözlerinin yöreden yöreye taşınmasını hem de müziklerin dolaşıma girmesini sağlamıştır. Bu açıdan Alevilikle ilgili, bu toplulukların birbirinden habersiz ya da dağ başında yaşadıkları varsayımı, sadece müzik özelinde bile tam tersidir. Bahsettiğimiz dolaşım sayesinde ‘Alevi müziği’ olarak tartışabileceğimiz olgu, Anadolu sınırlarını aşarak, Alevi toplulukların yaşadığı tüm  bölgelerde diğer toplulukların müzikleriyle de içiçe gelişerek zenginleşmiştir.

 

Alevilerin 1960’lardan itibaren köylerden kentlere göçüyle birlikte ocaklar ve dedelerin gücünün giderek azaldığına, 1990’lardan itibaren de Aleviliğin yeniden keşfedildiğine şahit oluyoruz. Aleviliğin bu yeniden keşfinde ya da uyanışında Alevi müziğinin ve Alevi müzisyenlerin katkısını açıklar mısınız?

 

U.Ö: Alevilik üzerine araştırmalardaki köy-kent, dedeliğin zayıflaması, ocakların bitmesi, 1990’larda ‘Alevi uyanışı’ gibi hazır kabulleri maalesef kabul etmiyorum. Bunları ön kabul olarak ele aldığımızda, pek çok konuyu konuşamıyoruz. Örneğin 1990’lardan önce Aleviliğin çok tartışıldığı ve kamuya açıldığı 1960’ları neden ‘uyanış’ olarak almıyoruz? Ayrıca Alevilik hep köyde mi yaşatıldı? Âşık Seyrani 19. yüzyılda Kayseri’den gelerek yaşadığı İstanbul’u şiirinde anlatıyor da, biz bugün hâlâ neden Alevilik sadece köyde ya da dağ başında yaşıyormuş gibi kabullerle konuyu tartışıyoruz? Bunları bir kenara bırakacak olursak, Osmanlı’nın son döneminden itibaren Cumhuriyet tarihi boyunca, âşıklar başta olmak üzere sayısız Alevi-Bektaşi müzisyen, adeta ilmek ilmek Aleviliğin son yüz elli yüz yıldaki hikayesini işlemişler ve bunu eserleriyle ortaya koymuşlardır. Son yüz elli yıl deme sebebim, bunun ses kayıt tarihine denk gelmesinden. Ses kayıtları aracılığıyla bu müzisyenlerin çalgıları, şiirleri, ocakları, yöreleri, yaşamları ve pek çok başka özellikleriyle aslında başlı başına bir Alevilik tarihi yazdıklarını tartışabiliriz. Dolayısıyla dediğiniz gibi bugün Aleviliğe dair bir keşif, uyanış ya da kimlik mücadelesi varsa, -1990’larda başlamamakla birlikte- Alevi ozanlar ve müzisyenlerin yaklaşık yüz elli yıllık ses kayıt tarihindeki eserlerinde bunların hepsi mevcuttur.

 

Alevi müziğinin ve bu müzikleri icra eden âşıklarının Alevi kimliğinin oluşumundaki katkılarından bahseder misiniz?

 

U.Ö: Aleviler için ‘âşığın sözü Kur’an’ın özüdür’. Bu çok net bir söylemdir. Halk tarafından kabul görmüş ve yola hizmet ederek belli bir kamilliğe, kemalete ermiş âşığın sözü, hak kelamı olarak kutsaldır. Dolayısıyla Aleviler yola dair her bilgiyi âşıklar aracılığıyla hem öğrenir hem de öğretir. Bu bir alışveriş, yani pazar ortamıdır. Bu pazarda kişi kendini geliştirir; âşığın sözü bu pazarın mayasıdır. Müzik ise bunun dile getirilmesinde en önemli aracıdır. Dolayısıyla Alevi kimliğinin ifade edilmesinde âşıkların önemli bir rolü bulunur. Âşığın bir sözü, sizin kimliğinizin önemli bir dışavurumu olabilir. Bu açıdan âşıklar her dönemde Alevi kimliğinin ifade edilmesi ve yeniden inşa edilmesine paralel olarak yeniden gündeme gelirler. Mesela günümüzde Pir Sultan’ın bir ikona dönüşümü buna önemli bir örnektir.

 

Alevi kimliğinin oluşumuna ve ifadesine Alevilerin müziği çok önemli katkı yapmıştır. Alevi müziği toplumun diğer farklı inanç ve kültürel katmanlarına da katkısı olmuş mudur?

 

U.Ö: Bugün ‘Alevi müziği’ diye bir kavramdan söz edeceksek, bunun içini nasıl doldurduğumuzu iyi düşünmemiz gerekir. Yani Alevi ozanların şiirlerini her seslendiren Alevi müziği mi yapar ya da Alevi müziğini sadece Aleviler mi çalar, veya Alevi olmayan bir ozanın şiirini bir Alevi bestelerse Alevi müziği mi olur gibi sayısız soru sorabiliriz. Bunlara vereceğimiz her cevap, ‘Alevi müziği’ dediğimiz meselenin ne kadar geniş ve derin olduğunu gösterir. Bu açıdan, meseleye ‘özcü’ bir yerden yaklaşmak yerine, tıpkı Aleviliğin kendisinde olduğu gibi zenginliklerle dolu, heterojen bir çeşitlilikle bakmak ve bunların her birini ‘hak’ kabul etmek gerekmektedir. Dolayısıyla hemen her Alevi’nin kendisini ifade etme aracı olarak kullandığı müziğin hem icra, hem de içerik olarak müthiş bir çeşitliliği söz konusudur. Bu çeşitlilik, Alevi toplulukların yüzyıllardır kendilerini ifade etmede başlıca aracı olarak müziği kullandıklarını net olarak göstermektedir. Müzikle kurulan bu bağ, hiç şüphesiz Alevilerin kendi dünyaları dışındaki topluluklarla iletişim kurmalarında da önemli aracılık rolünü üstlenmiştir. Bu aracılık sayesinde farklı inançlardan ozanların şiirleri Alevilerce benimsenmiş ya da farklı inançlardan ozanlar Aleviliği benimsemiştir. Buna sayısız örnek verilebilir.

 

Kitabınızda zakirlikle ilgili önemli bir araştırma bölümü var. Alevi inancının, ceminin vazgeçilmezi, olmazsa olmazı “zakirlik” kurumu var. Sizce nedir bu zakirlik?

 

U.Ö: Zakir, hakkı zikreden demektir. Âşıkların hakkı dillendiren kelamlarını, cemlerde dile getiren zakirler, cem boyunca hakkı zikretmeyi saz ve sözleriyle dile getirirler. Alevi-Bektaşi inancına göre zakirlik, Cebrail’den Bilal Habeşi’ye, İmam Cafer’den Selman-ı Farisi’ye, sayısız kutsal kişi tarafından icra edilmiş ve günümüze kadar bir hizmet olarak sürdürülmüş kutsal bir görevdir. Günümüzde de dünyanın dört bir yanındaki cemlerde ve cem dışındaki muhabbetlerde zakirler, hakkı zikretmeyi sazları ve sözleriyle sürdürmektedir. Bu hizmet, Aleviliğin en kadim iki ifade aracı saz ve sözün aktarıcısı olarak ezelden ebede yaşayacak bir kurumdur.

 

Zakirlik, müzisyenlik ve âşıklıktan farklı mı? Nedir zakirliği diğerlerinden ayıran?

 

U.Ö: Zakir, Alevi cemlerinde müzik icrasını gerçekleştiren hizmet sahibidir. Dolayısıyla zakir bir müzisyendir ama buradaki kasıt ‘piyasa’da ya da profesyonel anlamda müzik yapıp yapmaması değil, müzik icra etmesi manasındadır. Ancak piyasada müzisyenlik yapan zakirler de bulunmaktadır elbette. Diğer yandan bazı yörelerdeki zakirler, aynı zamanda âşıktır; yani kendi mahlasıyla kendi eserlerini seslendiren ozanlardır. Ancak ister piyasada müzisyenlik yapsın, ister âşık olsun, ister olmasın, zakirlik cem içinde bir hizmet olarak, cemin başından sonuna müzik icrası görevini üstlenen kişidir. Bu yüzen kendisi âşık olmasa dahi cemlerde kutsal kabul edilen âşıkların eserlerini seslendirdiğinden bazı yörelerde zakirlere ‘cem âşığı’ da denir. Bazı yörelerde ise zakir, cem dışında da müzik icrasını sürdürür. Günümüzde bunun en çok görüldüğü yer cenaze erkanlarıdır.

 

2000’li yıllardan itibaren zakirliğin gençler arasında popüler olduğu, Alevi müziği icrası yapan müzisyenlerin yürütülen cemlerde sıklıkla yer aldıkları, zakirlik postunda oturdukları, yeni bir değişimin olduğunu kitabınızda belirtmişsiniz. Zakirlik neden popüler oldu?

 

U.Ö: 2000’li yıllar, kısaca tüm dünyada Alevi kurumsallaşmasının cemevi merkezli bir hareket olarak giderek belirginleştiği bir dönem diyebiliriz. Benim alan çalışmamı yaptığım dönemde İstanbul’da 60’ın üzerinde cemevi bulunuyordu. Bunların tamamında düzenli cemler yapılmasa da birçoğunda cemler devam ediyordu. Dolayısıyla hemen her cemevinin zakirlik hizmetini yapacak bir zakire ihtiyacı bulunuyor artık. Diğer yandan 2000’lerde kurumların başlattığı hizmet eğitimleri, Kültür Bakanlığı’nın çalışmaları ve son olarak Dertli Divani’nin 2010 yılında zakirlik alanında UNESCO tarafından ödüle layık görülmesi, bu meselenin sınırlarının ne kadar geniş olduğunu gösteriyor. Benim çalışma yaptığım alanda, yaşları 20 ile 30 arasındaki gençler arasında, hem Alevi müziği icrası hem de Alevi kimliğinin dışavurumunda önemli bir hizmet olarak zakirliğin ön plana çıktığını söyleyebiliriz. Burada, kurumsallaşmadan cemlerde standardizasyon arayışına, müzik icrasının değişiminden kimlik inşasına sayısız dinamik devreye giriyor. O yüzden her biri ayrı ayrı derinlikte meseleler olarak zakirlik özelinde öne çıkıyor.

 

Zakirliğin gençler arasında popüler olduğunu söylemiştiniz. Bacılardan da zakir olan, zakirliği yürüten var  mı?

 

U.Ö: Yaptığım araştırmada bacıların zakirliği konusu maalesef en sıkıntılı meseleydi. Bacıların zakirlik yapamayacağı veya posta oturamayacağı üzerine tartışmalar pek çok kurumda sürdürülüyordu. Aynı zamanda evlendikten sonra bu hizmeti bırakmak zorunda kalan bacılar da vardı. Sonuç olarak Alevilikle ilgili, ‘bizde kadın-erkek birdir’ söyleminin tam tersine, bacıların zakir olması teşvik edilmiyor veya direkt durduruluyordu. Çalışmamda, aktif olarak zakirliği sürdüren tek genç bacının yaşadığı sürece dair anlattıkları, aynayı kendimize tutmanın vaktinin çoktan geçtiğini gösteriyor. Ayrıca bu sorunlara rağmen, genç erkek zakirlerin bu konuya ilgisi ve bacılarla çalma isteği de çok fazla.

 

Ulaş Baba, isterseniz müzik çalışmalarınıza geçelim. Mart 2017’de son albümünüz “Traces of Âşık/Aşığın İzleri” Fransa ve Türkiye’de yayınlandı. Albümünüz hakkında bize bilgi aktarır mısınız? Albümdeki müziklerin sözleri, kimlerle çalıştınız vs.

 

U.Ö: “Traces of Âşık/Aşığın İzleri” üçüncü solo albümüm. Yaklaşık yirmi yıllık profesyonel müzik hayatımın da bir özeti diyebilirim. Albümde, 19. yüzyıldan günümüze kadar yaşayan, Güzide Ana, Afe Bacı, Meluli, Mücrimi, Esiri, Dertli, Seyrani ve Mirati gibi ozanların şiirlerine yaptığım müzikler yer alıyor. Aynı zamanda naçizane yazdığım iki sözü de yorumluyorum. Buradaki amacım, günümüze direkt etkisi olmuş ve günümüz meselelerini de içeren bir bakış açısıyla, âşıkların dünyasından ne söylenebilir ve bunu müzikal olarak nasıl ifade edebiliriz sorusunun cevabını bulmaktı. Albümde bağlamalar ve vokalim dışında başka bir çalgı yok ama bu şekilde mümkün olan en dinamik ses evrenini nasıl yaratırım gibi bir derdim vardı. O açıdan da başka bir örneğini görmediğimiz bir müzikal yaklaşım denemeye çalıştım. Elbette, 2008’den bu yana Fransa’da sürdürdüğüm, iki uluslararası albüme imza attığımız, Forabandit grubumla yaptığım çalışmaların da bu çalışmaya etkisi olmuştur. Ancak onun yanı sıra yıllardır peşine düştüğüm Alevi müziği icracıları, dedeler, âşıklar ve özellikle muhabbet ortamlarında hâl ehilleriyle paylaştığımız demler de albüme enerji katmıştır.

 

Forabandit grubunuzu ve bu grupla ilgili çalışmalarınızdan da bahseder misiniz?

 

U.Ö: Forabandit grubu, güney Fransa’da Oksitan dilinde müzik yapan Sam Karpienia (mandola, vokal) ve yarı Fransız, yarı İranlı Bijan Chemirani (zarb ve vurmalı çalgılar) ve benden (bağlama, vokal) oluşan üç kişilik bir müzik topluluğu. 2008 yılında, Marsilya’da yaşayan Hataylı bir arkadaşımın, Ortaçağ’dan bu yana Oksitan dilinde müzik yapan ‘trubadur’ların dünyasıyla bizim âşıkları bir araya getirmeyi hedefleyen bir projesinin parçası olarak bir araya geldik üçümüz. O tarihten itibaren yaptığımız çalışmalar zamanla Forabandit grubuna dönüştü. Kelime manasıyla Oksitan dilince ‘dışlanmış’ demek Forabandit. Fransa’da iki albümümüz yayınlandı, dünyanın pek çok ülkesinde sayısız konser verdik. Özellikle gençler arasında sevilen bir gruba dönüştü. Sanıyorum kendine has dünyası olan bir müzik yolculuğu ortaya koyduk. Temel olarak trubadur ve âşıklarınn dünyasına odaklanan bir çalışma olarak, ikinci albümümüzden itibaren tüm sözleri ve müzikleri kendimiz yazmaya başladık. Sahnede oldukça dinamik çalıyoruz ve pozitif bir enerji yakaladığımızı düşünüyorum. Bunun en büyük sebebi, birbirimizle çok iyi dost olmamız ve müzik dışında hayatın pek çok alanında ortaklıklarımızın olması galiba. Yakında üçüncü albüm için çalışmaya başlayacağız. Umuyorum bir ömür yolculuğuna devam edecek Forabandit.

 

Ulaş Baba söyleşiniz için çok teşekkür ederim. Eminim hem akademisyen ve hem müzik icracısı olarak daha çok başarılarınıza şahit olacağız. Hünkar yolunuzu açık etsin!

 

 

 

                                                          -  Makaleler  -